Höyüklere Benzeyen Yaşamlar


          Kendini bildiği vakitten itibaren başlamıştı hayat denilen maratonu. En ufak bir telaşı, şüphesi yoktu bu maratonda. Sanki yaşadıkları önüne koyulan görevlerdi ve hiç tereddüt etmeden birer birer yapıyordu hepsini. Kendince, yaptıklarında tam bir başarı abidesiydi. Belki çevresindekiler tarafında da aynı görünüyordu. Bu haz onu öyle motive ediyordu ki ufak aksaklıkları, sorunları gözünde hiç büyütmeden, elinde bir törpü taşı varmış gibi üşenmeden yontuyordu.


          Okulda tarih derslerini almaya başladığı andan itibaren duyduğu bir şeydi höyükler. Adının değişik olması onda merak uyandırıyordu ve  onu araştırmaya teşvik etmişti.

          “Höyükler, eski zamanlarda yapılan evlerdi. En önemli özelliği ise yıkılan ya da yıkılmaya yüz tutan evlerin yıkıntısının üzerine yenisinin yapılması ve bu nedenle zamanla evlerin yüksek olmasıdır.”. 

          İnsanların yaşamlarını da hep bu höyüklere benzetmişti. İnsanlar yeni ilişkiler, uğraşlar, çabalar içerisinde iken zaman zaman hüsrana uğrayıp yıkıntılar yaşayabiliyordu. Yıkıntısı ne olursa olsun insan yıkıntılarının üzerine yeni ilişkilerin, uğraşların ya da çabaların içine giriyordu. Tıpkı höyüklerin yeniden yapılması gibi. Bu yüzden höyüklerin yüksek olmasının güzelliği gibi insanların yıkıntılarının da onları yükselttiğini, geliştirdiğini düşünüyordu. Bu düşüncesi yıllardan beri gelen ve en sevdiği pencerelerinden bir tanesiydi.

          Güzün dökülen yaprakların yemyeşil olarak hayata dönmesi birçok kez tekrarlanmıştı. Geçen bu kadar süre zarfında kendi höyüğü de yeterince yükselmişti ve yükselmeye devam ediyordu.

          Yeni bir evi yapmaya başlamıştı. Daha önce hiç yapmadığı kadar güzel olmasını, daha önce hiç istemediği kadar çok arzuluyordu. O kadar çok arzuluyordu ki bu his onun yaptığı hataların farkına varmasını engellemişti. O kendi penceresinden baktığında höyüğünün  iyi gittiğini düşünürken aslında olaylar tam tersi gidiyordu.

          Güz yapraklarını savuran o sert rüzgar gibi akıp geçen zaman içinde arzuladığı höyüğü gözlerinin önünde yıkıldı. Ama ilk başladığında ki arzuları onu öyle bir noktaya getirmişti ki hayatı boyunca en sevdiği pencerelerinden bir tanesini o gün o yıkılan höyük ile kaybetmişti.

          Gözlerinin önünde gerçekleşen o yıkıntıda anladı ki önemli olan höyüğün yüksek olması değildi. Esas önemli olan höyüğün çok yükselmek yerine sağlam ve uzun ömürlü olmasını sağlayabilmekti. İnsanın yaptığı hatalar neticesinde kendini geliştirmesi değil de hata yapmamaya çalışarak dimdik ayakta durabilmesiymiş önemli olan.

           Hayatı boyunca en gözde bakış açısının aslında tam bir fiyasko olduğunu görmek onu esas geliştiren olay olmuş. Her şeyin farkına varmasını ama her şeyinde yıkılmasına sebep olan zaman denen o izafi varlıktan öğrenmişti. Ve o gün kendisi için birçok şey değişti…


Yorum Gönder

0 Yorumlar